BAŞLARKEN...
“Yatağımın
karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl
yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi
içimden? Ben ne yaptım? Kimsede uyarmadı beni. İşte sonunda
anlamsız biri oldum. İşte sonum geldi. Kötü bir resim asarım
korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç
yaşamadım.” (Tutunamayanlar-Oğuz
ATAY)
Artık
duymayan kaldı mı bilmiyorum Oğuz Atay ve Tutunamayanlarını
aslında kitabı bitirirken beni zorlamadı desem yalan olur sanki
insanın içini karartmak için özellikle uğraşmış. Neyse
konumuz kitaplar değil en azından bu yazının konusu kitaplar
değil. Bu blogu hazırlamaya başlayalı o kadar uzun zaman oldu
ki; inanın hatırlayamıyorum artık. Hep bir şeyleri bahane edip
erteleyip durdum. Yazmak, benim için hep bir tutku olmuştu. Hatta
bir ara kendi ütopyamı
yazmaya bile başlamıştım lise yıllarının başında. Tabi
felsefe dersinde Tommaso
Campanella’nın Güneş Ülkesini okuyunca gaza geldiysem artık olur öyle. Tabi bir köşede
bitirilmeyi bekliyor. Bir gün bitirir miyim bilmiyorum. Sanırım her
büyük yazar gibi bende doğru zamanı kolluyorum. Yada
yalan olan binlerce iş gibi, o da bir köşede zamanında
tüketilmediği için hoş ama boş bir anı olarak kalacak.
Hakkında
yazısında da anlatmaya çalıştığım gibi bu blog; kainatın bir
köşesinde, zamanın kısacık ama değerli bir anında birilerinin
küçücük bir sorununa cevap olursa işte o zaman, o minicik an
beni kainatta bulunma gayeme birazcık daha yaklaştıracak diye
umuyorum. Tabi kainattaki gayen ne diye soracak olursanız, bu soruyu
ben de yıllardır kendime soruyorum ve her defasında farklı
cevaplar alıyorum. İşte
tüm bu motivasyonumla beraber bloglamaya başladım. Bu yazıyı
okuduğunuza göre bloglamaya başlamış olduğumu da biliyorsunuz tabi. Umarım bu başlangıç bir sona ulaşır. Olur da bir daha görüşemezsek iyi günler, iyi akşamlar, iyi geceler.